Protein denilince genellikle çoğu kişinin aklına hemen yumurta gelir. Ancak yumurtadan on kat daha faydalı ve hem de daha ucuz olan o besin zengin besin değerine sahip olmasıyla biliniyor. İşte diyet ve spor yapan kişilerin özellikle tükettiği o besin...
Sağlıklı beslenme, günümüzde herkesin öncelikli hedeflerinden biri haline geldi. İyi bir beslenme düzeni sadece fiziksel sağlığımızı desteklemekle kalmaz, aynı zamanda genel yaşam kalitemizi de artırır. Bu noktada, lor peyniri adını sıkça duyduğumuz ve sofralarımıza sıkça konuk edebileceğimiz sağlıklı bir alternatif olarak öne çıkıyor. İşte lor peynirinin sağlığa olan faydaları:
YUMURTADAN ON KAT FAYDALI! HEM DE ÇOK UCUZ… HERKES MARKETTEN ONU ALIYOR
1. DÜŞÜK KALORİ İÇERİĞİ
Lor peyniri, düşük kalori içeriği ile kilo kontrolü yapmak isteyenler için ideal bir seçenektir. Diğer peynir türlerine göre daha az yağ içerir ve bu da onu daha hafif bir atıştırmalık veya yemek malzemesi haline getirir.
2. YÜKSEK PROTEİN İÇERİĞİ
Protein, vücudun kas yapısını korumasına ve onarmasına yardımcı olan temel bir besindir. Lor peyniri, yüksek protein içeriği sayesinde özellikle sporcular ve kas kütlesini artırmak isteyenler için harika bir seçenektir. Yumurtadan on kat daha faydalı olduğu bilinen lor peyniri, bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve vücudu kansere karşı koruyor.
3. SİNDİRİM SAĞLIĞINA DESTEK
Lor peyniri, sindirim sistemi sağlığını desteklemek için de önemli bir rol oynar. İçerdiği probiyotikler sayesinde bağırsak florasını dengelemeye yardımcı olur ve sindirim sorunlarını önlemeye yardımcı olur.
4. KALSİYUM KAYNAĞI
Kalsiyum, kemik sağlığı için elzem bir mineraldir. Lor peyniri, kalsiyum bakımından zengin olup kemiklerin güçlenmesine ve korunmasına yardımcı olur.
5. VİTAMİN DEPOSU
Lor peyniri, B vitaminleri (özellikle B12), A vitamini ve riboflavin gibi vitaminleri içerir. Bu vitaminler, göz sağlığından enerji üretimine kadar birçok farklı vücut fonksiyonuna destek sağlar.
6. DÜŞÜK SODYUM İÇERİĞİ
Yüksek sodyum alımı tansiyon problemlerine yol açar. Lor peyniri, diğer peynir türlerine göre genellikle daha düşük sodyum içeriğine sahiptir, bu da tansiyonunun kontrolüne yardımcı olur.
Günümüzde okul öncesi ve okul çağındaki çocuklar arasında hızla artan obezite, bu çocukların geleceklerini de tehdit ediyor.
Türkiye Hastanesi diyetisyenlerinden Dr. Bahattin Aslan da bu tehlikeyi vurgulayarak önemli uyarılarda bulundu.
Aslan, "Hareketsizlik ve kötü beslenmenin neden olduğu obezitenin ana kaynağının çocuklara ailelerinden geçen beslenme alışkanlıkları olduğu bilinmektedir; bu yüzden şişman bir anne babanın çocukları da genelde şişman olmaktadır.
İkincisi çocuğun okula başladığından itibaren okul kantininde ve okul çevresinde var olan fast food tarzı yiyeceklerle beslenmesinden doğan şişmanlık olduğu da herkesçe bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında öğün atlama, fast food’a bağlı aşırı karbonhidrat alımı ile kola, gazoz gibi içeceklerden alınan fazla miktarda şeker, cips, kek gibi paketlenmiş ve aşırı kalorili yiyeceklerin tüketimi obeziteyi tetiklemektedir" dedi.
Yeme alışkanlıklarının bozukluğu dışında çocukların hareketsiz kalmasının da vücudun fazla kaloriyi yakamaması neticesinde kilo alımına sebep olduğunu belirten Aslan, "Günümüzde birçok çocuğun bilgisayar başında saatlerce kalması da etrafımızda yaşına göre kilolu çocuklar görmemizin başlıca nedenlerinden biridir. Burada ailelerin mutlaka devreye girerek çocuklarını bilgisayar başından kaldırarak sportif faaliyetlere yönlendirmeleri gerekmektedir. Hormonal bozukluklar (hipotiroidizm, büyüme hormonlarındaki bozukluklar, kortizon hormonlarının çok çalışması vb.), genetik faktörlerde sağlık problemleri olarak dikkat çekmektedir. Böyle durumlarda bir doktordan yardım alınabilir" dedi.
Aslan, obeziteden korumak için şunlara uyulması gerektiğini söyledi:
"Çocuğunuza düzenli yeme alışkanlığı kazandırın.
Yemeğin bitiminde şeker veya tatlı sözü vermeyin.
Aç değilse zorlayarak yemesini sağlamayınız.
Su içme alışkanlığı kazandırın, hazır meyve suları ya da kolalı içecekler vermeyin.
Öğünler dışında abur-cubur olarak adlandırılan yağlı, şekerli ve ayaküstü tarzı gıdaların tüketimini önleyin ve çocuğu bunları tüketmeye alıştırmayın.
Ara öğünlerinde süt+meyve, ya da ekmek+peynir+domates gibi sağlıklı gıdalardan oluşan öğünler oluşturun.
Hamburger yerine yağsız tost veya peynirli sandviç tüketmesini sağlayın.
Yavaş yavaş değişik besinler tattırın ve sağlıklı-sağlıksız gıda ayırımı öğretin.
Tüm sebzeleri hafta boyunca değişimli olarak yedirin. Sevmediği sebzeyi ise makarna, pilav eşliğinde veya çorba içinde yedirin".
Türkiye Hastanesi diyetisyenlerinden Dr. Bahattin Aslan da bu tehlikeyi vurgulayarak önemli uyarılarda bulundu.
Aslan, "Hareketsizlik ve kötü beslenmenin neden olduğu obezitenin ana kaynağının çocuklara ailelerinden geçen beslenme alışkanlıkları olduğu bilinmektedir; bu yüzden şişman bir anne babanın çocukları da genelde şişman olmaktadır.
İkincisi çocuğun okula başladığından itibaren okul kantininde ve okul çevresinde var olan fast food tarzı yiyeceklerle beslenmesinden doğan şişmanlık olduğu da herkesçe bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında öğün atlama, fast food’a bağlı aşırı karbonhidrat alımı ile kola, gazoz gibi içeceklerden alınan fazla miktarda şeker, cips, kek gibi paketlenmiş ve aşırı kalorili yiyeceklerin tüketimi obeziteyi tetiklemektedir" dedi.
Yeme alışkanlıklarının bozukluğu dışında çocukların hareketsiz kalmasının da vücudun fazla kaloriyi yakamaması neticesinde kilo alımına sebep olduğunu belirten Aslan, "Günümüzde birçok çocuğun bilgisayar başında saatlerce kalması da etrafımızda yaşına göre kilolu çocuklar görmemizin başlıca nedenlerinden biridir. Burada ailelerin mutlaka devreye girerek çocuklarını bilgisayar başından kaldırarak sportif faaliyetlere yönlendirmeleri gerekmektedir. Hormonal bozukluklar (hipotiroidizm, büyüme hormonlarındaki bozukluklar, kortizon hormonlarının çok çalışması vb.), genetik faktörlerde sağlık problemleri olarak dikkat çekmektedir. Böyle durumlarda bir doktordan yardım alınabilir" dedi.
Aslan, obeziteden korumak için şunlara uyulması gerektiğini söyledi:
"Çocuğunuza düzenli yeme alışkanlığı kazandırın.
Yemeğin bitiminde şeker veya tatlı sözü vermeyin.
Aç değilse zorlayarak yemesini sağlamayınız.
Su içme alışkanlığı kazandırın, hazır meyve suları ya da kolalı içecekler vermeyin.
Öğünler dışında abur-cubur olarak adlandırılan yağlı, şekerli ve ayaküstü tarzı gıdaların tüketimini önleyin ve çocuğu bunları tüketmeye alıştırmayın.
Ara öğünlerinde süt+meyve, ya da ekmek+peynir+domates gibi sağlıklı gıdalardan oluşan öğünler oluşturun.
Hamburger yerine yağsız tost veya peynirli sandviç tüketmesini sağlayın.
Yavaş yavaş değişik besinler tattırın ve sağlıklı-sağlıksız gıda ayırımı öğretin.
Tüm sebzeleri hafta boyunca değişimli olarak yedirin. Sevmediği sebzeyi ise makarna, pilav eşliğinde veya çorba içinde yedirin".
En çok fark edilen benler, vücudun farklı bölgelerinde genellikle koyu renkli ve deriden kabarık şeklinde olanlardır
Vücuttaki benler genellikle 20-80 adet civarındadır. Bu durum genetik faktörlere de bağlı olabilir. Güneş ışınlarına fazla maruz kalmak da ben oluşumunu tetikleyebilir. Benler iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere iki gruba ayrılır. Bu sebeple ameliyat öncesi mutlaka benlerin tespit edilmesi gerekir. Bu sayede ileride yaşanacak olası kötü sonuçların önüne geçilebilir.
Benlerin alınması kanser riski oluşturmaz
Kişiyi estetik açıdan rahatsız eden bu benlerden basit müdahalelerle kurtulmak mümkündür. Ancak halk arasında bu benlerin yok edilmesi ile kanser riski oluşacağına dair yanlış bir inanış vardır ve bu yanlış bilgi yüzünden çoğu hasta doktora başvurmaz. Oysaki bu konu hakkında en sağlıklı bilgi, uzman bir estetik cerraha başvurularak alınmalıdır. Uzman hekim tarafından doğru şekilde alınan benler hiçbir şekilde kansere sebep olmaz.
Benlerin değişimine dikkat edilmeli
Benin kansere dönüştüğünü düşündüren değişimler; hızla büyümesi, şeklinde değişiklik, kaşınma, kabarma, renkte değişim, koyulaşma, çevresindeki deri renginde açılma ve kanama şeklinde fark edilir. Benlerini aldırma korkusu yaşayan hastalar benlerindeki değişime de dikkat etmez. Bu önemsememe kansere dönüşme riskini geç fark etmeye yol açabilir. Bu sebeple benlerin değişimine dikkat edilmeli ve mutlaka uzman bir estetik cerraha başvurulmalıdır.
Operasyon sonrası hasta normal yaşantısına geri döner
Ben aldırma ameliyatı cerrahi olarak lokal anestezi altında yapılır. Ve çıkarılan ben mutlaka patolojik incelemeye gönderilmelidir. Vücuttaki benin çıkarılmasıyla oluşan yara özel dikişler sayesinde kapatılır ve bu işlem yaklaşık 30 dk kadar sürer. Operasyon sonrası pansuman yapılarak yara kapatılır. Ben aldırma ameliyatı sonrasında hasta hemen normal yaşantısına geri dönebilir. Ayrıca benlerin lazer, koter gibi işlemlerle yakılması veya dondurulması patolojik incelemeye engel olacağından uygun görülmez.
Benin bulunduğu bölge önem taşır
Estetik açıdan benin bulunduğu yer önem taşır. Yanak ortası, burun sırtı/ucu, omuz ve dekolte bölgesi, diz-dirseklerde yapılacak cerrahi müdahaleler sonrası daha çok iz kalabilir. Ancak göz kapakları, dudak ve kulak kenarı, boyun gibi bölgelerde daha az iz kalır. Konusunda uzman bir plastik cerrah tarafından yapılan ben alma operasyonu; kesinin uygun yönde yapılması, benin uygun derinlik ve genişlikte çıkartılması, uygun dikiş tekniği kullanılması ile rahatsız edici görünümden hastanın en az izle kurtulmasını sağlar.
Ben Neden Olur?
Hemen herkesin cildinde ben vardır ve bunu o kadar doğal kabul ederiz ki çoğu kez görmeyiz bile. Bazen dudak kenarındaki gibi göze çarpan ve yüze karakteristik bir özellik kazandıran benler öne çıkar ama diğerleri dikkatimizi çekmez. İnsan vücudunda 10 ila 40 adet arasında değişen ben sayısı normal kabul edilir. Ancak ciltte benlerin neden oluştuğuna veya bu benlerin vücutta ne işe yaradığına dair kesin bulgular yoktur.Pek çok ben, çocuklukta meydana gelir ancak daha ileriki yaşlarda da yeni benler ortaya çıkabilir. Benlerin zaman içerisinde değişime uğraması, bazılarının yıllara yayılan bir süreçte büyümesi ya da tam tersi kaybolması gibi durumlar normaldir. Fakat özellikle yetişkinlerde, bir benin yapısında çok kısa bir süre içerisinde, ani bir değişim, (renk, kanama veya şekil bozukluğu benzeri) bir anormallik göze çarpıyorsa, mutlaka hemen bir cilt doktoruna görünmek gerekir.
Ciltte Neden Ben Oluşur?
Cilde rengini veren melanin maddesi, melanosit adı verilen hücreler tarafından üretilir. Bu hücreler ciltte eşit şekilde dağılır ve derimize rengini verir. Ancak kimi zaman, nedeni bilinmeyen bir şekilde melanosit hücreleri bir küme oluşturacak şekilde toplanır ve ortaya koyu renkli benler çıkar. Saç derisi ve genital bölgeler de dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde ben oluşabilir.Bazı bilim adamları benlerin, güneş ışınlarının cilde zarar vermesi sonucu oluştuğunu düşünmektedirler. Güneş ışınlarına maruz kaldıklarında benlerin daha da koyulaştığı görülür. Genellikle zararsız olan benler hamilelik veya ergenlik dönemlerinde de koyulaşabilir.
Güneşin Etkileri
Benlerin neden oluştuğuna dair tıp dünyası yeterince açıklama getirememesine karşın bu benlerin pek çoğunun zararsız olduğu bilinir. Pek çoğu diyoruz çünkü bazı benlerin cilt kanserine dönüşme ihtimali vardır. Farklı cilt kanseri türleri vardır ve bu hastalıklar en çok cildin güneşe maruz kaldığı bölgelerde görülür. Özellikle 20′li yaşlardan sonra, vücudunda çok sayıda ben olan kişilerin güneşe çıkarken dikkatli olmaları gerekir. Güneşin zararlı UVA ve UVB ışınları sonucu, ciltteki benler değişime uğrayıp kanserli hücre üretmeye başlayabilir. UV ışınları cilde nüfus ettiğinde, melanosit hücreleri melanin üretmeye başlar. Bu nedenle de ciltte yeni benler oluşabilir ya da var olanlar tehlike oluşturacak biçimde değişime uğrayabilir.Son yıllarda özellikle güneş ışınlarının zararları konusundaki bilinçlenmenin artmasıyla, yüksek koruma faktörülü kozmetik ürünlerine ve güneş kremlerine ulaşmak artık eskisine göre çok daha kolay. Bu konuda tedbiri elden bırakmayın ve sadece deniz kenarında değil, şehir içinde de, güneşli günlerde mutlaka koruyucu krem sürün.
Genetik Faktörler
Bir kişinin vücudundaki benler üzerinde genetik faktörlerin de rol oynadığı kabul edilir. MC1R adlı genin, bazı kişilerde kansere dönüşen benler görülmesinde etkin bir rolü olduğu belirlenmiştir.Doğuştan kızıl saçlı ve beyaz tenli kişiler de kötü huylu benlerin oluşması açısından daha yüksek bir risk taşırlar ve özellikle güneş altında çok daha dikkatli olmalıdırlar.
Benlerde Neden Değişiklik Olur?
Zamanla benlerde bazı değişiklikler göze çarpabilir. Yaşla birlikte cildin gerginliğindeki değişiklikler sonucu yüzdeki bir benin daha yana doğru kaydığını veya kolunuzdaki ufak bir benin yıllar içerisinde biraz daha koyulaştığı gözünüze çarpabilir. Ancak bu değişiklik bir günden diğerine fark edilmeyen ve yıllarla ifade edilecek kadar uzun bir süreçte gelişir. Bazen de çocuklukta çıkan benlerin yetişkinlikte kaybolduğu olur.Öte yandan gözünüze çarpacak şekilde, çok kısa bir sürede bende şekil, renk, büyüklük açısından bir değişiklik söz konusuysa veya bende kanama, kaşıntı, acı gibi şikayetler ortaya çıktıysa hemen bir cilt doktorundan randevu alınmalı ve ben kontrol ettirilmelidir. Benin kurcalanması, benle oynanması, kulaktan dolma yöntemlerle müdahale durumu daha da kötüleştrir ve belki kısa bir tedaviyle iyileşecek bir sorun çok daha ciddi boyutlar kazanabilir.
Benler Kansere Neden Olur Mu?
Bazı benlerin cilt kanserine yol açtığı bilinmektedir. Ben kanseri, yukarıda sözünü ettiğimiz, cilde renk veren melanosit hücrelerinden kaynaklanır. Bu kanser türüne tıpta ‘melanoma‘ (melanom da denir) adı verilir. Melanoma, diğer cilt kanseri türlerine kıysala oldukça tehlikelidir. Buna karşın eğer erken teşhis edilirse, tedavisi mümkündür. İşte bu nedenle derinizdeki benlerde bir tuhaflık gözünüze çarptığında ve hızlı değişiklikler olmaya başladığında hemen doktora gitmeniz tavsiye edilir. Erken teşhis çok önemlidir.
Ben Aldırmak Kansere Neden Olur Mu?
Ben aldırmak kansere neden olmaz. Benlerin kendileri kansere yol açabilir ancak ben aldırmanın kansere neden olduğu görüşü, halk arasında yayılmış, tıbben doğruluğu veya kanıtı olmayan bir inançtır. Bu korkuyla, kansere yol açan benlerini aldırmakta geciken ve bu nedenle erken teşhis şansını kaçıran kişilerden biri olmayın ve doktorunuzun sakıncalı bulduğu benleri aldırmakta gecikmeyin. Ben aldırma yöntemleri arasında şu ara çok konuşulan lazer yöntemini, doktorların hiç tavsiye etmediğini de hatırlatalım.
Ben Kanserinde Kimler Risk Altında?
Doğuştan olan ve doğumsal (konjenital) adı verilen benlerde cilt kanseri riski yüksektir. Yeni doğan bebeklerin yüzde birinde görülür. Bu benler doktor tarafından takip edilmelidir. Büyük olanlar ve risk taşıyanlar doktor tarafından uygun görüldüğünde alınabilir. Yetişkinlikte benlerinizi güneşten sakınmanız ve kendi takibinizi yapmanız, cilt kanserine karşı korunmanız adına önemlidir.Ailesinde cilt kanseri vakaları olanlar risk grubundadır ve ben konusunu ciddiye alarak, tedbirli davranmaları gerekir.Diğer bir ben türü, ‘atipik‘ benler de kalıtımsaldır ve 0.6 cm’den büyük olanlar cilt kanseri bakımından riskli gruptadır. Bu benler asimetrik, bozuk şekilli ve renkleri diğer basit benlerden farklı olan benlerdir. Genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkarlar.Vücudunuzda sizi şüpheye düşüren benler olduğunda, bir cilt doktoruna görünüp benlerinizle ilgili bilgi almanız en güvenli yoldur. Ben aldırmak, gelişmiş tıbbi yöntemler sayesinde artık çok kolay ve riskli benleri vücudunuzda taşımanız için hiçbir neden yok. Profesyonel bir sağlık kuruluşunda ve uzman ellerde olduğunuzdan emin olmanız yeterli.Son olarak, bir kişinin vücudunda ne kadar çok ben varsa, kanser riski de o kadar fazla olarak kabul edilir.Erkeklerde melanoma daha çok sırt bölgesinde görülürken, kadınlarda alt bacaklarda görülür. Doktorunuz bir benin risk oluşturduğunu gördüğünde, önce bu benden parça alınarak biyopsi yapılır. Benin kanserli olduğu tespit edilirse basit bir işlemle bu ben alınır.
Vücuttaki benler genellikle 20-80 adet civarındadır. Bu durum genetik faktörlere de bağlı olabilir. Güneş ışınlarına fazla maruz kalmak da ben oluşumunu tetikleyebilir. Benler iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere iki gruba ayrılır. Bu sebeple ameliyat öncesi mutlaka benlerin tespit edilmesi gerekir. Bu sayede ileride yaşanacak olası kötü sonuçların önüne geçilebilir.
Benlerin alınması kanser riski oluşturmaz
Kişiyi estetik açıdan rahatsız eden bu benlerden basit müdahalelerle kurtulmak mümkündür. Ancak halk arasında bu benlerin yok edilmesi ile kanser riski oluşacağına dair yanlış bir inanış vardır ve bu yanlış bilgi yüzünden çoğu hasta doktora başvurmaz. Oysaki bu konu hakkında en sağlıklı bilgi, uzman bir estetik cerraha başvurularak alınmalıdır. Uzman hekim tarafından doğru şekilde alınan benler hiçbir şekilde kansere sebep olmaz.
Benlerin değişimine dikkat edilmeli
Benin kansere dönüştüğünü düşündüren değişimler; hızla büyümesi, şeklinde değişiklik, kaşınma, kabarma, renkte değişim, koyulaşma, çevresindeki deri renginde açılma ve kanama şeklinde fark edilir. Benlerini aldırma korkusu yaşayan hastalar benlerindeki değişime de dikkat etmez. Bu önemsememe kansere dönüşme riskini geç fark etmeye yol açabilir. Bu sebeple benlerin değişimine dikkat edilmeli ve mutlaka uzman bir estetik cerraha başvurulmalıdır.
Operasyon sonrası hasta normal yaşantısına geri döner
Ben aldırma ameliyatı cerrahi olarak lokal anestezi altında yapılır. Ve çıkarılan ben mutlaka patolojik incelemeye gönderilmelidir. Vücuttaki benin çıkarılmasıyla oluşan yara özel dikişler sayesinde kapatılır ve bu işlem yaklaşık 30 dk kadar sürer. Operasyon sonrası pansuman yapılarak yara kapatılır. Ben aldırma ameliyatı sonrasında hasta hemen normal yaşantısına geri dönebilir. Ayrıca benlerin lazer, koter gibi işlemlerle yakılması veya dondurulması patolojik incelemeye engel olacağından uygun görülmez.
Benin bulunduğu bölge önem taşır
Estetik açıdan benin bulunduğu yer önem taşır. Yanak ortası, burun sırtı/ucu, omuz ve dekolte bölgesi, diz-dirseklerde yapılacak cerrahi müdahaleler sonrası daha çok iz kalabilir. Ancak göz kapakları, dudak ve kulak kenarı, boyun gibi bölgelerde daha az iz kalır. Konusunda uzman bir plastik cerrah tarafından yapılan ben alma operasyonu; kesinin uygun yönde yapılması, benin uygun derinlik ve genişlikte çıkartılması, uygun dikiş tekniği kullanılması ile rahatsız edici görünümden hastanın en az izle kurtulmasını sağlar.
Ben Neden Olur?
Hemen herkesin cildinde ben vardır ve bunu o kadar doğal kabul ederiz ki çoğu kez görmeyiz bile. Bazen dudak kenarındaki gibi göze çarpan ve yüze karakteristik bir özellik kazandıran benler öne çıkar ama diğerleri dikkatimizi çekmez. İnsan vücudunda 10 ila 40 adet arasında değişen ben sayısı normal kabul edilir. Ancak ciltte benlerin neden oluştuğuna veya bu benlerin vücutta ne işe yaradığına dair kesin bulgular yoktur.Pek çok ben, çocuklukta meydana gelir ancak daha ileriki yaşlarda da yeni benler ortaya çıkabilir. Benlerin zaman içerisinde değişime uğraması, bazılarının yıllara yayılan bir süreçte büyümesi ya da tam tersi kaybolması gibi durumlar normaldir. Fakat özellikle yetişkinlerde, bir benin yapısında çok kısa bir süre içerisinde, ani bir değişim, (renk, kanama veya şekil bozukluğu benzeri) bir anormallik göze çarpıyorsa, mutlaka hemen bir cilt doktoruna görünmek gerekir.
Ciltte Neden Ben Oluşur?
Cilde rengini veren melanin maddesi, melanosit adı verilen hücreler tarafından üretilir. Bu hücreler ciltte eşit şekilde dağılır ve derimize rengini verir. Ancak kimi zaman, nedeni bilinmeyen bir şekilde melanosit hücreleri bir küme oluşturacak şekilde toplanır ve ortaya koyu renkli benler çıkar. Saç derisi ve genital bölgeler de dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde ben oluşabilir.Bazı bilim adamları benlerin, güneş ışınlarının cilde zarar vermesi sonucu oluştuğunu düşünmektedirler. Güneş ışınlarına maruz kaldıklarında benlerin daha da koyulaştığı görülür. Genellikle zararsız olan benler hamilelik veya ergenlik dönemlerinde de koyulaşabilir.
Güneşin Etkileri
Benlerin neden oluştuğuna dair tıp dünyası yeterince açıklama getirememesine karşın bu benlerin pek çoğunun zararsız olduğu bilinir. Pek çoğu diyoruz çünkü bazı benlerin cilt kanserine dönüşme ihtimali vardır. Farklı cilt kanseri türleri vardır ve bu hastalıklar en çok cildin güneşe maruz kaldığı bölgelerde görülür. Özellikle 20′li yaşlardan sonra, vücudunda çok sayıda ben olan kişilerin güneşe çıkarken dikkatli olmaları gerekir. Güneşin zararlı UVA ve UVB ışınları sonucu, ciltteki benler değişime uğrayıp kanserli hücre üretmeye başlayabilir. UV ışınları cilde nüfus ettiğinde, melanosit hücreleri melanin üretmeye başlar. Bu nedenle de ciltte yeni benler oluşabilir ya da var olanlar tehlike oluşturacak biçimde değişime uğrayabilir.Son yıllarda özellikle güneş ışınlarının zararları konusundaki bilinçlenmenin artmasıyla, yüksek koruma faktörülü kozmetik ürünlerine ve güneş kremlerine ulaşmak artık eskisine göre çok daha kolay. Bu konuda tedbiri elden bırakmayın ve sadece deniz kenarında değil, şehir içinde de, güneşli günlerde mutlaka koruyucu krem sürün.
Genetik Faktörler
Bir kişinin vücudundaki benler üzerinde genetik faktörlerin de rol oynadığı kabul edilir. MC1R adlı genin, bazı kişilerde kansere dönüşen benler görülmesinde etkin bir rolü olduğu belirlenmiştir.Doğuştan kızıl saçlı ve beyaz tenli kişiler de kötü huylu benlerin oluşması açısından daha yüksek bir risk taşırlar ve özellikle güneş altında çok daha dikkatli olmalıdırlar.
Benlerde Neden Değişiklik Olur?
Zamanla benlerde bazı değişiklikler göze çarpabilir. Yaşla birlikte cildin gerginliğindeki değişiklikler sonucu yüzdeki bir benin daha yana doğru kaydığını veya kolunuzdaki ufak bir benin yıllar içerisinde biraz daha koyulaştığı gözünüze çarpabilir. Ancak bu değişiklik bir günden diğerine fark edilmeyen ve yıllarla ifade edilecek kadar uzun bir süreçte gelişir. Bazen de çocuklukta çıkan benlerin yetişkinlikte kaybolduğu olur.Öte yandan gözünüze çarpacak şekilde, çok kısa bir sürede bende şekil, renk, büyüklük açısından bir değişiklik söz konusuysa veya bende kanama, kaşıntı, acı gibi şikayetler ortaya çıktıysa hemen bir cilt doktorundan randevu alınmalı ve ben kontrol ettirilmelidir. Benin kurcalanması, benle oynanması, kulaktan dolma yöntemlerle müdahale durumu daha da kötüleştrir ve belki kısa bir tedaviyle iyileşecek bir sorun çok daha ciddi boyutlar kazanabilir.
Benler Kansere Neden Olur Mu?
Bazı benlerin cilt kanserine yol açtığı bilinmektedir. Ben kanseri, yukarıda sözünü ettiğimiz, cilde renk veren melanosit hücrelerinden kaynaklanır. Bu kanser türüne tıpta ‘melanoma‘ (melanom da denir) adı verilir. Melanoma, diğer cilt kanseri türlerine kıysala oldukça tehlikelidir. Buna karşın eğer erken teşhis edilirse, tedavisi mümkündür. İşte bu nedenle derinizdeki benlerde bir tuhaflık gözünüze çarptığında ve hızlı değişiklikler olmaya başladığında hemen doktora gitmeniz tavsiye edilir. Erken teşhis çok önemlidir.
Ben Aldırmak Kansere Neden Olur Mu?
Ben aldırmak kansere neden olmaz. Benlerin kendileri kansere yol açabilir ancak ben aldırmanın kansere neden olduğu görüşü, halk arasında yayılmış, tıbben doğruluğu veya kanıtı olmayan bir inançtır. Bu korkuyla, kansere yol açan benlerini aldırmakta geciken ve bu nedenle erken teşhis şansını kaçıran kişilerden biri olmayın ve doktorunuzun sakıncalı bulduğu benleri aldırmakta gecikmeyin. Ben aldırma yöntemleri arasında şu ara çok konuşulan lazer yöntemini, doktorların hiç tavsiye etmediğini de hatırlatalım.
Ben Kanserinde Kimler Risk Altında?
Doğuştan olan ve doğumsal (konjenital) adı verilen benlerde cilt kanseri riski yüksektir. Yeni doğan bebeklerin yüzde birinde görülür. Bu benler doktor tarafından takip edilmelidir. Büyük olanlar ve risk taşıyanlar doktor tarafından uygun görüldüğünde alınabilir. Yetişkinlikte benlerinizi güneşten sakınmanız ve kendi takibinizi yapmanız, cilt kanserine karşı korunmanız adına önemlidir.Ailesinde cilt kanseri vakaları olanlar risk grubundadır ve ben konusunu ciddiye alarak, tedbirli davranmaları gerekir.Diğer bir ben türü, ‘atipik‘ benler de kalıtımsaldır ve 0.6 cm’den büyük olanlar cilt kanseri bakımından riskli gruptadır. Bu benler asimetrik, bozuk şekilli ve renkleri diğer basit benlerden farklı olan benlerdir. Genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkarlar.Vücudunuzda sizi şüpheye düşüren benler olduğunda, bir cilt doktoruna görünüp benlerinizle ilgili bilgi almanız en güvenli yoldur. Ben aldırmak, gelişmiş tıbbi yöntemler sayesinde artık çok kolay ve riskli benleri vücudunuzda taşımanız için hiçbir neden yok. Profesyonel bir sağlık kuruluşunda ve uzman ellerde olduğunuzdan emin olmanız yeterli.Son olarak, bir kişinin vücudunda ne kadar çok ben varsa, kanser riski de o kadar fazla olarak kabul edilir.Erkeklerde melanoma daha çok sırt bölgesinde görülürken, kadınlarda alt bacaklarda görülür. Doktorunuz bir benin risk oluşturduğunu gördüğünde, önce bu benden parça alınarak biyopsi yapılır. Benin kanserli olduğu tespit edilirse basit bir işlemle bu ben alınır.
Talasemi major (Akdeniz anemisi) hastası olan Mardinli 12 yaşındaki Jiyan Ayaz, ikiz kardeşinden aldığı ilik ile yeniden hayata tutundu.
Mardinli Jiyan Ayaz, talasemi major (Akdeniz anemisi) hastalığı nedeniyle 3 yaşından beri yaşamını gönüllü kan bağışçılarının verdikleri kanları alarak sürdürüyordu. Hastalığı boyunca okula gitmekte, arkadaşlarıyla oynamakta zorluk çeken Jiyan’a, kendisinden 1 dakika küçük olan ikiz kardeşi Berhudan’dan alınan ilik nakledildi.
Jiyan’a talasemi major (Akdeniz anemisi) teşhisi konulduğunda henüz 3 yaşındaydı. 9 yılı her ay kan değişimi için hastane yollarında geçti. İlik nakli olması gereken Jiyan’ın tüm aile fertlerinin doku uyumlulukları araştırıldı. Ancak iyi haber, Jiyan’dan bir dakika önce doğan ikiz kardeşi Berhudan’dan geldi. Medical Park Samsun Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi’nde Berhudan’dan alınan kemik iliği Jiyan’a nakledildi. Nakil sonrası birinci aydaki kontrollerinde Berhudan’ın iliği tuttuğu tespit edildi. Tedavisi Medical Park Samsun Hastanesi’nde devam eden Jiyan, şimdi Mardin’e dönüp kardeşlerine ve okula döneceği günü iple çekiyor.
İKİZİ YOLUNU GÖZLÜYOR
Mardin’de şoförlük yaparak 4 çocuğunun geçimini sağlayan Jiyan’ın babası Cesur Ayaz, “Jiyan 3 yaşında hastalığın teşhisi konuldu. O tarihten bu yana her ay kan vermek için hastanelere gidip geldik. Hastalığın tek çaresi ilik nakli dendi. Hastane araştırmaya başladım, Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi’nin çok başarılı ameliyatlar yaptığını duydum. Samsun’a geldik. Burada benim eşimin ve diğer çocuklarımın dokularına bakıldı, ama uymadı. Sadece ikiz kardeşi Berhudan’ın iliği uyumlu çıktı. Çok şükür kızım şimdi iyi. Berhudan da 4 gözle kardeşinin Mardin’e dönmesini bekliyor” dedi.
“TALASEMİDE ERKEN NAKİL BAŞARI ORANINI ARTIRIYOR”
Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi’nden Prof. Dr. Tunç Fışgın, talasemi hastalarında naklinin tercihen 2-5 yaşlar arasında yapılmasının nakil işleminin başarısını ciddi oranda artırdığını söyledi. Ergenlik dönemdeki nakiller konusunda yoğunlaştıklarını söyleyen Prof. Dr. Fışgın, Jiyan’ın sağlığına kavuşmasından büyük mutluluk duyduklarını belirtti. Prof. Dr. Fışgın, "Jiyan bir süre daha rutin kontrollerinin yapılabilmesi için Samsun’da kalacak ancak şu an her şey yolunda. Yakın zamanda Mardin’e dönüp kardeşlerine ve okuluna kavuşabilir” diye konuştu.
Prof. Dr. Emel Özyürek ise şöyle konuştu: “Nakil ünitemiz ilk yılında 23 nakli başarı ile gerçekleştirmiştir. Bunların içinde lösemilere uygulanan akraba dışı ve tam uyumlu olmayan nakillerde mevcuttur. Avrupa Kemik İliği Nakil Grubu’na akreditasyonumuzu gerçekleştirdik. Çocuklarımızın tedavi süreçlerini, bilimsel doğrular eşliğinde, her hastayı kendi koşulları ile değerlendirerek ve en uygun tedavi seçeneklerini oluşturarak gerçekleştiriyoruz.”
Mardinli Jiyan Ayaz, talasemi major (Akdeniz anemisi) hastalığı nedeniyle 3 yaşından beri yaşamını gönüllü kan bağışçılarının verdikleri kanları alarak sürdürüyordu. Hastalığı boyunca okula gitmekte, arkadaşlarıyla oynamakta zorluk çeken Jiyan’a, kendisinden 1 dakika küçük olan ikiz kardeşi Berhudan’dan alınan ilik nakledildi.
Jiyan’a talasemi major (Akdeniz anemisi) teşhisi konulduğunda henüz 3 yaşındaydı. 9 yılı her ay kan değişimi için hastane yollarında geçti. İlik nakli olması gereken Jiyan’ın tüm aile fertlerinin doku uyumlulukları araştırıldı. Ancak iyi haber, Jiyan’dan bir dakika önce doğan ikiz kardeşi Berhudan’dan geldi. Medical Park Samsun Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi’nde Berhudan’dan alınan kemik iliği Jiyan’a nakledildi. Nakil sonrası birinci aydaki kontrollerinde Berhudan’ın iliği tuttuğu tespit edildi. Tedavisi Medical Park Samsun Hastanesi’nde devam eden Jiyan, şimdi Mardin’e dönüp kardeşlerine ve okula döneceği günü iple çekiyor.
İKİZİ YOLUNU GÖZLÜYOR
Mardin’de şoförlük yaparak 4 çocuğunun geçimini sağlayan Jiyan’ın babası Cesur Ayaz, “Jiyan 3 yaşında hastalığın teşhisi konuldu. O tarihten bu yana her ay kan vermek için hastanelere gidip geldik. Hastalığın tek çaresi ilik nakli dendi. Hastane araştırmaya başladım, Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi’nin çok başarılı ameliyatlar yaptığını duydum. Samsun’a geldik. Burada benim eşimin ve diğer çocuklarımın dokularına bakıldı, ama uymadı. Sadece ikiz kardeşi Berhudan’ın iliği uyumlu çıktı. Çok şükür kızım şimdi iyi. Berhudan da 4 gözle kardeşinin Mardin’e dönmesini bekliyor” dedi.
“TALASEMİDE ERKEN NAKİL BAŞARI ORANINI ARTIRIYOR”
Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi’nden Prof. Dr. Tunç Fışgın, talasemi hastalarında naklinin tercihen 2-5 yaşlar arasında yapılmasının nakil işleminin başarısını ciddi oranda artırdığını söyledi. Ergenlik dönemdeki nakiller konusunda yoğunlaştıklarını söyleyen Prof. Dr. Fışgın, Jiyan’ın sağlığına kavuşmasından büyük mutluluk duyduklarını belirtti. Prof. Dr. Fışgın, "Jiyan bir süre daha rutin kontrollerinin yapılabilmesi için Samsun’da kalacak ancak şu an her şey yolunda. Yakın zamanda Mardin’e dönüp kardeşlerine ve okuluna kavuşabilir” diye konuştu.
Prof. Dr. Emel Özyürek ise şöyle konuştu: “Nakil ünitemiz ilk yılında 23 nakli başarı ile gerçekleştirmiştir. Bunların içinde lösemilere uygulanan akraba dışı ve tam uyumlu olmayan nakillerde mevcuttur. Avrupa Kemik İliği Nakil Grubu’na akreditasyonumuzu gerçekleştirdik. Çocuklarımızın tedavi süreçlerini, bilimsel doğrular eşliğinde, her hastayı kendi koşulları ile değerlendirerek ve en uygun tedavi seçeneklerini oluşturarak gerçekleştiriyoruz.”
Yüzyılın mucizesi olan antibiyotik, gereksiz yere ve yüksek dozlarda kullanıma bağlı direnç kazanan bakterilerle savaşı kaybetme noktasına geldi....
Yüzyılın mucizesi olan antibiyotik, gereksiz yere ve yüksek dozlarda kullanıma bağlı direnç kazanan bakterilerle savaşı kaybetme noktasına geldi.
Bilim insanları, dünya genelinde ciddi bir sağlık sorunu olarak belirtilen antibiyotik kullanım sıklığı için hızla tedbir alınması gerektiğini belirtiyor. Kullanım sıklığında Avrupa’da ilk sırada yer alan Türkiye, risk altında olan ülkeler arasında gösteriliyor.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Gürsöz, ereksiz antibiyotik kullanımının tüm dünyada çok ciddi bir sağlık sorunu olduğunu belirtti.
İlaç kullanımına ilişkin verilerin kutu bazında yapılmasının gerçekci değerler ortaya koymadığını ifade eden Gürsöz, geçen yıl eczanelerden 1 milyar 700 milyar kutu ilaç satıldığını söyledi. Buna göre bir kişinin yılda 23 kutu ilaç tükettiğini dile getiren Gürsöz, ’Ancak, bu bilimsel bir kriter değil. Çünkü, kişi kutunun içinden birkaçını kullanıp, gerisini atmış olabilir’ dedi.
Gürsöz, artık bu hesaplamanın Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı şekilde farklı bir yolla yapıldığını anlatarak, ’İlacın içerikleri, dozları, miligramları ile beraber formül ediliyor ve birime çevriliyor. Kişinin kaç birim ilaç tükettiğine bakılıyor. Bu bilimsel ve karşılaştırılabilir bir yöntem’ diye konuştu.
Çalışmadan çok çarpıcı sonuçlar elde edildiğinin altını çizen Gürsöz, şu bilgileri verdi:
’Ülkemizde bir kişi günde 42 birim antibiyotik tüketiyor. Bu rakam, Hollanda’da 14 birim seviyesinde. Bir Türk vatandaşı günde, Hollandalı bir kişiden 3 kat fazla antibiyotik tüketiyor.
Biz bu değerle, Avrupa’da kişi başına günde kullanılan antibiyotik birimi hesaplamasında 40 ülke arasında birinci sıradayız. Yani, en çok Türkiye’de tüketiliyor. Bizden sonra, Yunanistan geliyor. Orada’da bu rakam 35 birim. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu rakamlar en çok düşük seviyelerinde. En az antibiyotik kullanımı ise 13 birimle Estonya yer alıyor.’
Gürsöz, kuzeyden güneye indikçe antibiyotik kullanımının arttığının belirlendiğini dile getirerek, ’Batıdan doğuya geldikçe antibiyotik kullanımı artıyor’ dedi.
Gürsöz, gereksiz antibiyotik kullanımının gelecekte ciddi halk sağlığı sorunu olacağını ifade ederek, şöyle devam etti:
’Türkiye’de antibiyotik sıklığı oldukça yüksek. Bu, ciddi bir sorun ve hemen tedbir alınması gerekiyor. Çünkü, basit bakterilere karşı bile direnç gelişiyor. Gelecek 5-10 yıl içinde, önlem almadığımız takdirde antibiyotikle tedavi edibilinen basit enfeksiyonlarda bile çaresiz kalınacak.
Dünyada uzun yıllardır yeni bir antibiyotik keşfi yok. Mevcut tüm antibiyotiklere dirençli bakteri formları hastalara bulaşmaya ve öldürmeye başladı. Çok ciddi bir tehdit bu. Türkiye’de antibiyotik kullanımında ciddi oranlar olduğu için bu riske maruz kalabilecek ülkelerin başında geliyor. Tedbir almazsak, 5-10 yıl gibi yakın gelecekte hiçbir şekilde tedavi edemediğimiz, hastaları kaybettiğimiz ciddi ölümcül enfeksiyonlar baş gösterecek. Yüzyıllık mucize olan ’antibiyotikte sona gelindi’ diyebiliriz.’
Gürsöz, eş dost tavsiyesiyle hekime danışmadan antibiyotik kullanılmamasının altını çizerek, sağlıklı bir gelecek için bilinçli, doğru ve dozunda ilaç kullanılması gerektiğini vurguladı.
Yüzyılın mucizesi olan antibiyotik, gereksiz yere ve yüksek dozlarda kullanıma bağlı direnç kazanan bakterilerle savaşı kaybetme noktasına geldi.
Bilim insanları, dünya genelinde ciddi bir sağlık sorunu olarak belirtilen antibiyotik kullanım sıklığı için hızla tedbir alınması gerektiğini belirtiyor. Kullanım sıklığında Avrupa’da ilk sırada yer alan Türkiye, risk altında olan ülkeler arasında gösteriliyor.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Gürsöz, ereksiz antibiyotik kullanımının tüm dünyada çok ciddi bir sağlık sorunu olduğunu belirtti.
İlaç kullanımına ilişkin verilerin kutu bazında yapılmasının gerçekci değerler ortaya koymadığını ifade eden Gürsöz, geçen yıl eczanelerden 1 milyar 700 milyar kutu ilaç satıldığını söyledi. Buna göre bir kişinin yılda 23 kutu ilaç tükettiğini dile getiren Gürsöz, ’Ancak, bu bilimsel bir kriter değil. Çünkü, kişi kutunun içinden birkaçını kullanıp, gerisini atmış olabilir’ dedi.
Gürsöz, artık bu hesaplamanın Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı şekilde farklı bir yolla yapıldığını anlatarak, ’İlacın içerikleri, dozları, miligramları ile beraber formül ediliyor ve birime çevriliyor. Kişinin kaç birim ilaç tükettiğine bakılıyor. Bu bilimsel ve karşılaştırılabilir bir yöntem’ diye konuştu.
Çalışmadan çok çarpıcı sonuçlar elde edildiğinin altını çizen Gürsöz, şu bilgileri verdi:
’Ülkemizde bir kişi günde 42 birim antibiyotik tüketiyor. Bu rakam, Hollanda’da 14 birim seviyesinde. Bir Türk vatandaşı günde, Hollandalı bir kişiden 3 kat fazla antibiyotik tüketiyor.
Biz bu değerle, Avrupa’da kişi başına günde kullanılan antibiyotik birimi hesaplamasında 40 ülke arasında birinci sıradayız. Yani, en çok Türkiye’de tüketiliyor. Bizden sonra, Yunanistan geliyor. Orada’da bu rakam 35 birim. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu rakamlar en çok düşük seviyelerinde. En az antibiyotik kullanımı ise 13 birimle Estonya yer alıyor.’
Gürsöz, kuzeyden güneye indikçe antibiyotik kullanımının arttığının belirlendiğini dile getirerek, ’Batıdan doğuya geldikçe antibiyotik kullanımı artıyor’ dedi.
Gürsöz, gereksiz antibiyotik kullanımının gelecekte ciddi halk sağlığı sorunu olacağını ifade ederek, şöyle devam etti:
’Türkiye’de antibiyotik sıklığı oldukça yüksek. Bu, ciddi bir sorun ve hemen tedbir alınması gerekiyor. Çünkü, basit bakterilere karşı bile direnç gelişiyor. Gelecek 5-10 yıl içinde, önlem almadığımız takdirde antibiyotikle tedavi edibilinen basit enfeksiyonlarda bile çaresiz kalınacak.
Dünyada uzun yıllardır yeni bir antibiyotik keşfi yok. Mevcut tüm antibiyotiklere dirençli bakteri formları hastalara bulaşmaya ve öldürmeye başladı. Çok ciddi bir tehdit bu. Türkiye’de antibiyotik kullanımında ciddi oranlar olduğu için bu riske maruz kalabilecek ülkelerin başında geliyor. Tedbir almazsak, 5-10 yıl gibi yakın gelecekte hiçbir şekilde tedavi edemediğimiz, hastaları kaybettiğimiz ciddi ölümcül enfeksiyonlar baş gösterecek. Yüzyıllık mucize olan ’antibiyotikte sona gelindi’ diyebiliriz.’
Gürsöz, eş dost tavsiyesiyle hekime danışmadan antibiyotik kullanılmamasının altını çizerek, sağlıklı bir gelecek için bilinçli, doğru ve dozunda ilaç kullanılması gerektiğini vurguladı.
61'i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada yok. Sağlık Bakanlığı'nın 'yerli üretimi teşvik ve ıskonto' önlemi de yetmedi. Hastalar karaborsa kıskacında.
Yumurtalık kanseri olan Ümmühan Gülay, gereken ilacı bulamadığı için kemoterapi göremiyor. Eşinin iki kez ameliyat geçirdiğini ve kanser tedavisi için Lastet 25 mg adlı ilacın şart olduğunu söyleyen Yaşar Gülay çaresizliğini “Bir aydır ilaç arıyoruz. İlacı bulamadığımız için eşim tedavi olamıyor. Eşimin tedavisi için gerekirse ilacı karaborsadan almam lazım” diye anlatıyor.
Ümmühan Gülay, hastalığının yanı sıra bir de ilaç bulma derdiyle boğuşan hastalardan sadece biri. Radikal'den İdris Emen'in haberine göre ilaç fiyatlandırma konusunda ilaç firmaları ile sağlık bakanlığı arasında yaşanan anlaşmazlık, kanser ilaçlarının karaborsaya düşmesine neden olmuştu. Daha sonraki süreçte Sağlık Bakanlığı ilaçlarda yeni bir fiyatlandırmaya gideceğini, piyasada bulunamayan ilaçların da Türkiye’de üretileceğini bildirmişti. Ancak bakanlığın yeni ilaç politikası da piyasada bulunamayan ilaçların temini için çözüm olmadı. İstanbul Eczacı Odası’nın verilerine göre 61’i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada bulunmuyor.
ÇOĞUNUN FİYATI DÜŞÜK
Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılan ilaç sayısı 10 bin civarında. 10 bin ilaçtan 310’u, başta fiyat anlaşmazlığı olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı ithal edilmiyor. Piyasada bulunamayan ilaçların 61’i kanser tedavisinde kullanılırken, piyasada bulunamayan ilaçlar arasında zatürree, verem ve Hepatit B gibi hastalıklarda kullanılan aşılar da yer alıyor. 310 ilaçtan 180’inin etiket fiyatı 10 liranın altında. Piyasada olmayan en yüksek fiyatlı ilaç 200 lira.
FARKLI KUR ZARAR ETTİRİYOR
Bakanlık 15 lira ve altındaki ilaçların Türkiye’ye getirilmesi için mayıs ayında yeni bir ıskonto düzenlemesine gitti. 15 liranın altındaki ilaçlarda yüzde 50 ile yüzde 100’lük oranda indirim yapılınca 15 lira ve altındaki ilaçlarda ortalama beş liralık artış yaşandı. Ancak ilaç fiyatlarındaki bu artış da piyasada bulunamayan ilaçların temini için çözüm olmadı. Iskonto kesintisi ilaç ithalinin önündeki engellerden sadece biri. Bakanlığın ucuz ilaç temin etme politikasından kaynaklı olarak ilaç ithalini engelleyen en büyük problem ise farklı kur hesaplaması. Sağlık Bakanlığı, euro ile ithal edilen ilaçları fiyatlandırırken kuru 2 lira 66 kuruş üzerinden değil, 1 lira 95 kuruş üzerinden hesaplıyor. Bu durumda 100 euroluk ilaç ithal eden firmalar ilacı Türkiye’de satarken 71 lira zarara uğruyor.
'ÖZEL FİYATLANDIRMA OLMALI'
Iskonto indiriminin ilaç temin etme sıkıntısını gideremediğini söyleyen İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Semih Güngör durumu şöyle özetliyor: “Bakanlık piyasada bulunamayan ilaçların Türkiye’de üretilmesi için bazı teşviklerde bulundu. Ancak ilaçların Türkiye’de üretilme projesi kısa vadede ilaç tedarik etme sorununu çözemiyor. Çünkü bir ilacın üretim aşaması 6 ay ile 1 yıl arasında değişiyor. Düşük fiyat uygulamasından dolayı Türkiye’ye getirilmeyen ilaçların tedarik edilmesi için bakanlık ıskonto fiyatlarında ufak değişiklikler yaptı. Ama bu değişikliğe rağmen firmalar, getirdikleri ilacı değerinin altında satmak zorunda. Durum böyle olunca ilaçların ithal edilmesinde gelişme yaşanmadı. İlaç üretim teşvikinin yanı sıra özellikle kanser gibi hayati ilaçlarda özel fiyatlandırma yapılmalı. Özel fiyatlandırma sistemi sıkıntıyı kısa vadede büyük oranda çözer.”
"EŞİMİN ACİL KEMOTERAPİ GÖRMESİ LAZIM"
Eşi yumurtalık kanseri hastası olan ve kemoterapi görmesi gereken Yaşar Gülay da ilaç sıkıntısı yaşayanlardan: “Eşim iki kez ameliyat geçirdi. Tedavi sürecinde yumurtalıkları ile rahmi ameliyatla alındı. Şimdi yumurtalık bölümünde üç tane tümör tespit edildi. Acilen kemoterapi görmesi lazım. Ancak eşimin kemoterapi öncesinde kullanması gereken Lastet 25 mg adlı ilacı bir aydır bulamıyoruz. Eşimin kemoterapi görmesi için bu ilacı kullanması şart. İlacın eşdeğeri de bulunmuyor. Bu gidişle ya tedaviyi yarım bırakacağız ya da ilacı karaborsadan satın alacağız.”
BAKANLIK: ESNEK FİYAT UYGULAMASI YOLDA
Yeni bir fiyat tebliğ listesi üzerinde çalışan Sağlık Bakanlığı, kanser gibi ciddi rahatsızlıklarda kullanılan ilaçlarda esnek fiyat uygulaması yapacaklarını bildirdi. Kur politikasını değiştirecek olan bakanlık, zarara girdiği için ithalat yapmayan firmaların yurtdışından ilaç getirmesini sağlayacak.(ntvmsnbc.com)
Yumurtalık kanseri olan Ümmühan Gülay, gereken ilacı bulamadığı için kemoterapi göremiyor. Eşinin iki kez ameliyat geçirdiğini ve kanser tedavisi için Lastet 25 mg adlı ilacın şart olduğunu söyleyen Yaşar Gülay çaresizliğini “Bir aydır ilaç arıyoruz. İlacı bulamadığımız için eşim tedavi olamıyor. Eşimin tedavisi için gerekirse ilacı karaborsadan almam lazım” diye anlatıyor.
Ümmühan Gülay, hastalığının yanı sıra bir de ilaç bulma derdiyle boğuşan hastalardan sadece biri. Radikal'den İdris Emen'in haberine göre ilaç fiyatlandırma konusunda ilaç firmaları ile sağlık bakanlığı arasında yaşanan anlaşmazlık, kanser ilaçlarının karaborsaya düşmesine neden olmuştu. Daha sonraki süreçte Sağlık Bakanlığı ilaçlarda yeni bir fiyatlandırmaya gideceğini, piyasada bulunamayan ilaçların da Türkiye’de üretileceğini bildirmişti. Ancak bakanlığın yeni ilaç politikası da piyasada bulunamayan ilaçların temini için çözüm olmadı. İstanbul Eczacı Odası’nın verilerine göre 61’i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada bulunmuyor.
ÇOĞUNUN FİYATI DÜŞÜK
Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılan ilaç sayısı 10 bin civarında. 10 bin ilaçtan 310’u, başta fiyat anlaşmazlığı olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı ithal edilmiyor. Piyasada bulunamayan ilaçların 61’i kanser tedavisinde kullanılırken, piyasada bulunamayan ilaçlar arasında zatürree, verem ve Hepatit B gibi hastalıklarda kullanılan aşılar da yer alıyor. 310 ilaçtan 180’inin etiket fiyatı 10 liranın altında. Piyasada olmayan en yüksek fiyatlı ilaç 200 lira.
FARKLI KUR ZARAR ETTİRİYOR
Bakanlık 15 lira ve altındaki ilaçların Türkiye’ye getirilmesi için mayıs ayında yeni bir ıskonto düzenlemesine gitti. 15 liranın altındaki ilaçlarda yüzde 50 ile yüzde 100’lük oranda indirim yapılınca 15 lira ve altındaki ilaçlarda ortalama beş liralık artış yaşandı. Ancak ilaç fiyatlarındaki bu artış da piyasada bulunamayan ilaçların temini için çözüm olmadı. Iskonto kesintisi ilaç ithalinin önündeki engellerden sadece biri. Bakanlığın ucuz ilaç temin etme politikasından kaynaklı olarak ilaç ithalini engelleyen en büyük problem ise farklı kur hesaplaması. Sağlık Bakanlığı, euro ile ithal edilen ilaçları fiyatlandırırken kuru 2 lira 66 kuruş üzerinden değil, 1 lira 95 kuruş üzerinden hesaplıyor. Bu durumda 100 euroluk ilaç ithal eden firmalar ilacı Türkiye’de satarken 71 lira zarara uğruyor.
'ÖZEL FİYATLANDIRMA OLMALI'
Iskonto indiriminin ilaç temin etme sıkıntısını gideremediğini söyleyen İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Semih Güngör durumu şöyle özetliyor: “Bakanlık piyasada bulunamayan ilaçların Türkiye’de üretilmesi için bazı teşviklerde bulundu. Ancak ilaçların Türkiye’de üretilme projesi kısa vadede ilaç tedarik etme sorununu çözemiyor. Çünkü bir ilacın üretim aşaması 6 ay ile 1 yıl arasında değişiyor. Düşük fiyat uygulamasından dolayı Türkiye’ye getirilmeyen ilaçların tedarik edilmesi için bakanlık ıskonto fiyatlarında ufak değişiklikler yaptı. Ama bu değişikliğe rağmen firmalar, getirdikleri ilacı değerinin altında satmak zorunda. Durum böyle olunca ilaçların ithal edilmesinde gelişme yaşanmadı. İlaç üretim teşvikinin yanı sıra özellikle kanser gibi hayati ilaçlarda özel fiyatlandırma yapılmalı. Özel fiyatlandırma sistemi sıkıntıyı kısa vadede büyük oranda çözer.”
"EŞİMİN ACİL KEMOTERAPİ GÖRMESİ LAZIM"
Eşi yumurtalık kanseri hastası olan ve kemoterapi görmesi gereken Yaşar Gülay da ilaç sıkıntısı yaşayanlardan: “Eşim iki kez ameliyat geçirdi. Tedavi sürecinde yumurtalıkları ile rahmi ameliyatla alındı. Şimdi yumurtalık bölümünde üç tane tümör tespit edildi. Acilen kemoterapi görmesi lazım. Ancak eşimin kemoterapi öncesinde kullanması gereken Lastet 25 mg adlı ilacı bir aydır bulamıyoruz. Eşimin kemoterapi görmesi için bu ilacı kullanması şart. İlacın eşdeğeri de bulunmuyor. Bu gidişle ya tedaviyi yarım bırakacağız ya da ilacı karaborsadan satın alacağız.”
BAKANLIK: ESNEK FİYAT UYGULAMASI YOLDA
Yeni bir fiyat tebliğ listesi üzerinde çalışan Sağlık Bakanlığı, kanser gibi ciddi rahatsızlıklarda kullanılan ilaçlarda esnek fiyat uygulaması yapacaklarını bildirdi. Kur politikasını değiştirecek olan bakanlık, zarara girdiği için ithalat yapmayan firmaların yurtdışından ilaç getirmesini sağlayacak.(ntvmsnbc.com)
Doç . Dr. Oğuz Özyaral, karbonhidratın yeterli alınmadığı zaman vücudun kaslarda birikmiş olan karbonhidratları yakacağını ve kasların çökeceğini söyledi.
Normal olarak bir insanın günlük ihtiyacında karbonhidrat, protein, yağ ve vitaminlerin yer aldığını anlatan Yeni Yüzyıl Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Oğuz Özyaral, karbonhidrat ihtiyacının da günlük enerji ihtiyacının yüzde 50'si ile yüzde 65'i arasında dengelendiğini ifade etti. Doç. Dr. Özyaral, "Bu ihtiyacın tamamen ekmeğe dayandırılması son derece sıkıntılı olur. Hiç ekmek yememek de sıkıntılıdır. Mutlaka her öğün ekmek yemeliyiz" dedi.
Diyet yapanların sofralarından ekmeği kaldırdıklarını belirten Dr. Özyaral, "Beyaz ekmeği kısmen kaldırmakta fayda var ama beyaz ekmeğin de kendine ait faydaları var. Bunlar son derece önemli. Bağırsağın hareketliliğinin sağlanması, vücudun ihtiyaçlarının karşılanması, meydana gelecek herhangi bir hastalıkta, mesela diyabet, kolit gibi hastalıklarda özellikle beyaz ekmeği hatta kabuğunu yediriyoruz" diye konuştu.
KASLARINIZ ERİYİP GİTMESİN
Ekmeğin ihtiyaç kadar yenilmesi gerektiğini açıklayan Doç. Dr. Özyaral, "Ekmek yenilmediği zaman biz şu tanımlamayı yapıyoruz: 'Kasınızı yiyorsunuz' Çünkü karbonhidratı tamamlamadığınız zaman vücut bunu kendisi tamamlamak isteyecek çünkü şekere ihtiyacı var glikoza ihtiyacı var. Bu sefer karbonhidratları devirecek ve vücutta reaksiyonlar zinciri başlayacak.
Dolayısıyla kaslarda birikmiş olan karbonhidratları yakacak bu da vücudumuzu çökertecek" dedi. "Ben ekmeksiz diyet yapıyorum" sözlerinin yanlış bir mantık olduğunu diye getiren Doç. Dr. Özyaral, "Tam buğday ekmeği, mısır ekmeği, çavdar ekmeği tüketilmelidir ama ekmek mutlaka tüketilmelidir. Mesela çavdar ekmeği, buğday ekmeği diyoruz.
Bunlar doygunluk yaratan ekmeklerdir. Siz sabah kahvaltısında bir dilim, öğle yemeğinde bir dilim, akşam yemeğinde bir dilim yediğiniz zaman zaten diyet yapıyor vaziyettesiniz. Ekmeği porsiyonlara veya günlük diyetimizin içerisine yerleştirirken sonra bazı hususlara dikkat etmemiz gerekiyor. Diyet yapanlarda sabah, öğlen ekmek yenilmezse öğleden sonda ciddi bir şeker fırlaması olur. Beynin mekanizmasında problemler olur ve eller titremeye başlar. İşte kaslarınızı yemeye başladığınız zaman ortaya çıkar" dedi.
İHA
Normal olarak bir insanın günlük ihtiyacında karbonhidrat, protein, yağ ve vitaminlerin yer aldığını anlatan Yeni Yüzyıl Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Oğuz Özyaral, karbonhidrat ihtiyacının da günlük enerji ihtiyacının yüzde 50'si ile yüzde 65'i arasında dengelendiğini ifade etti. Doç. Dr. Özyaral, "Bu ihtiyacın tamamen ekmeğe dayandırılması son derece sıkıntılı olur. Hiç ekmek yememek de sıkıntılıdır. Mutlaka her öğün ekmek yemeliyiz" dedi.
Diyet yapanların sofralarından ekmeği kaldırdıklarını belirten Dr. Özyaral, "Beyaz ekmeği kısmen kaldırmakta fayda var ama beyaz ekmeğin de kendine ait faydaları var. Bunlar son derece önemli. Bağırsağın hareketliliğinin sağlanması, vücudun ihtiyaçlarının karşılanması, meydana gelecek herhangi bir hastalıkta, mesela diyabet, kolit gibi hastalıklarda özellikle beyaz ekmeği hatta kabuğunu yediriyoruz" diye konuştu.
KASLARINIZ ERİYİP GİTMESİN
Ekmeğin ihtiyaç kadar yenilmesi gerektiğini açıklayan Doç. Dr. Özyaral, "Ekmek yenilmediği zaman biz şu tanımlamayı yapıyoruz: 'Kasınızı yiyorsunuz' Çünkü karbonhidratı tamamlamadığınız zaman vücut bunu kendisi tamamlamak isteyecek çünkü şekere ihtiyacı var glikoza ihtiyacı var. Bu sefer karbonhidratları devirecek ve vücutta reaksiyonlar zinciri başlayacak.
Dolayısıyla kaslarda birikmiş olan karbonhidratları yakacak bu da vücudumuzu çökertecek" dedi. "Ben ekmeksiz diyet yapıyorum" sözlerinin yanlış bir mantık olduğunu diye getiren Doç. Dr. Özyaral, "Tam buğday ekmeği, mısır ekmeği, çavdar ekmeği tüketilmelidir ama ekmek mutlaka tüketilmelidir. Mesela çavdar ekmeği, buğday ekmeği diyoruz.
Bunlar doygunluk yaratan ekmeklerdir. Siz sabah kahvaltısında bir dilim, öğle yemeğinde bir dilim, akşam yemeğinde bir dilim yediğiniz zaman zaten diyet yapıyor vaziyettesiniz. Ekmeği porsiyonlara veya günlük diyetimizin içerisine yerleştirirken sonra bazı hususlara dikkat etmemiz gerekiyor. Diyet yapanlarda sabah, öğlen ekmek yenilmezse öğleden sonda ciddi bir şeker fırlaması olur. Beynin mekanizmasında problemler olur ve eller titremeye başlar. İşte kaslarınızı yemeye başladığınız zaman ortaya çıkar" dedi.
İHA